Il y a quelque jour sur la chaîne TV5 une émission a été diffusée concernant la Turquie. Dans le camp des opposants à la Turquie étaient présents l’écrivain nationaliste Max Gallo et l’extrémiste de droite Philippe de Villiers ; dans celui des favorables se trouvaient l’ancien premier ministre socialiste Michel Rocard et Levent Yilmaz. Enfin au nom des Arméniens le célèbre spécialiste du terrorisme et des guérillas Chaliand a participé à l’émission.
Lorsque les Français « débattent », ils parlent ou plus exactement crient, tout de suite, tous en même temps. Gallo, le visage rouge, les veines gonflées, les yeux sortis de leurs orbites hurle les raisons de son opposition à l’adhésion turque dans l’UE. Il explique que la femme et la politique sont écrasées par Islam et l’armée, pourquoi les Chypriotes grecs ont eu tellement raison d’avoir rejeté le plan Annan, et bien entendu qu’une Turquie qui ne reconnaît pas le génocide arménien ne peut pas être européenne. Sûr de lui et de son savoir sur la Turquie il avance que ceux qui parlent de génocide sont envoyés en prison par l’armée.
Crâne rasé, les yeux verts, il ressemble davantage à un lieutenant SS qu’à un Français.
Seul Turc sur le plateau, Yilmaz, qui ouvre la bouche de temps en temps pour dire quelque chose sans être entendu, peut enfin s’exprimer. Et pour dire quoi ? Qu’il a parlé de génocide sans être emprisonné. Et cela représente toute la défense de la partie turque. Rocard soutien notre candidature mais pour lui aussi le problème est le génocide arménien.
Dernièrement a été commémorer par différents pays de l’UE le soixantième anniversaire de la libération par l’armée rouge du camp d’Auschwitz. Les survivants des camps ont raconté à la télévision leurs terribles épreuves. Des documentaires ont été diffusés, des livres présentés. L’Europe était en deuil.
Les Juifs libérés des camps peuvent pour la première fois dire comment lors du retour dans leur pays, contrairement aux détenus politiques, ils ont été confrontés à l’indifférence et aux problèmes administratifs.
Une carte parue dans le journal « Le Monde » du 28 janvier fait ressortir les pays de provenance des 5,1 millions de juifs tués dans les camps nazis. De ce document, ressort l’évidence qu’excepté le Danemark, tous les pays sous l’occupation nazi, ont participé au génocide.
Schroder a même souligné que la shoah faisait aussi partie de l’histoire Européenne. En effet, des 270 000 juifs vivant en France, 75 000 ont été livrés aux Allemands et tués par ceux-ci.
La France, jusqu’à la présidence de Chirac, a toujours nié sa participation aux évènements d’extermination du peuple juif. En outre, l’Algérie vécut aussi ses heures terribles jusqu’en 1962. 900 000 Algériens victimes de différentes manières d’extermination. Etait-il possible de mettre à la lumière de tels évènements ?
Mais Mitterand n’avait-il pas dit que ces actes terribles étaient survenus en temps de guerre ?
Maurice Papon, jugé en 1997, non pour génocide, mais pour complicité de crime contre l’humanité, a été condamné à l’âge de 86 ans.
Secrétaire général de préfecture sous le régime de Vichy, Maurice Papon, livra 1600 juifs aux Allemands. Ensuite préfet de police de Paris, sous De Gaulles, il commandite le massacre d’Algériens.(200 environs dont certains corps seront jettés dans la Seine).
René Bousquet, ami de Mitterand et responsable direct des massacres, trouva la mort en se suicidant juste avant son jugement.
L’Eglise Française ayant aidé les nazis, a longtemps caché un criminel dénommé Paul Touvier dans un monastère.
Ainsi juste à la suite d’un deuil forcé, Max Gallo et d’autres ont débattu de l’adhésion de la Turquie. Prétendant que leur civilisation était supérieure à celle des Turcs qui coupable du même pêché dans le génocide arménien, n’avouait néanmoins pas.
Mais Max Gallo et les autres ne remarquaient pas qu’en stigmatisant des Turcs, différents par la culture et la religion, ils répétaient le même mécanisme de leur propre faute passée.
Nul besoin d’en rajouter. La France peut, selon l’article 9 de la ’Convention sur les Génocides" porter le prétendu génocide arménien devant la Cour Internationale de La Haye.
Ou bien n’est-ce pas à nous d’y emmener la France ?
L’article en version originale :
Fransa’ya Ne Oluyor ?
Gündüz Aktan
Birkaç gün önce Fransız TV 5’te Türkiye hakkında bir program yayımlandı. Türkiye karşıtları arasında milliyetçi yazar Max Gallo ve aşırı sağcı Philippe de Villiers ; yandaşları arasında eski sosyalist Başbakan Michel Rocard ve Levent Yılmaz bulunuyordu. Ermeniler adına da ünlü terörizm ve gerilla uzmanı Chaliand katıldı.
Fransızlar ’tartışırken’ hemen her zaman hep birlikte konuşuyorlar, daha doğrusu bağrışıyorlar. Gallo, yüzü kıpkırmızı, damarları şişmiş, gözleri yuvalarından uğramış, Türkiye’nin neden AB’ye girmemesi gerektiğini haykırıyor. İslam’ın kadını, ordunun siyaseti ezdiğini ; Kıbrıs’ta Rumların Annan Planı’na hayır demekte ne kadar haklı olduklarını ve tabii Ermeni soykırımını tanımayan Türkiye’nin Avrupalı olamayacağını söylüyor. Ermeni soykırımından söz edenleri ordu yakalayıp hapse atıyor diyor. Kendinden ve Türkiye bilgisinden çok emin. Kazınmış ’dolik’ kafası, mavi gözleriyle Fransız’dan çok bir SS subayını çağrıştırıyor.
Tek Türk olan ve bir şeyler söylemek için zaman zaman ağzını açan, ama bir türlü sesi duyulmayan Yılmaz nihayet konuşabiliyor. O da ne ? Ermenilere soykırım yapıldığını yazmış, ama hapsedilmemiş. Türkiye’nin savunması da bu.
Rocard üyeliğimizi savunuyor, ama onun için de sorun Ermeni soykırımı. Kabul etmemizin zaman alacağını, Fransa örneğini vererek mazur göstermeye çalışıyor.
Geçenlerde Austchwitz ölüm kampının Kızıl Ordu tarafının kurtarılmasının 60. yıl dönümüydü. AB ülkelerinde anma törenleri yapıldı. Kamplardan canlı kurtarılanlar başlarından geçen korkunç olayları televizyonlarda anlattılar. Belgesel filmler gösterildi. Kitaplar tanıtıldı. Avrupa yas tuttu.
Kamplardan ülkelerine geri dönen Yahudiler, Nazilere direndiği için kamplara atılan siyasi suçlulardan farklı olarak, nasıl büyük bir kayıtsızlıkla karşılandıklarını ; başvurularına aylarca cevap alamadıklarını ilk kez açıkladılar.
28 Ocak tarihli Le Monde’da çıkan bir haritadan Nazi işgalindeki kamplarda öldürülen 5.1 milyon Yahudi’nin hangi ülkelerden getirildiği gösteriliyor. Buradan, Danimarka hariç, tüm işgal altındaki ülkelerin soykırıma katıldığı anlaşılıyor. Zaten Schröder de 25 Ocak günü yaptığı konuşmada, Yahudi soykırımının, sadece Alman değil, Avrupa tarihinin parçası olduğunu vurguladı. Nitekim Fransa’da yaşayan 270 bin Yahudi’nin 75 bini Almanlara teslim edildi ve öldürülmeleri sağlandı.
Fransa, Chirac’ın başkanlığına kadar Yahudi soykırımına iştirakini inkâr etti. Zaten 1962’ye kadar Cezayir’de cereyan eden ve ülke nüfusunun dörtte bir ila üçte birini oluşturan 900 bin Cezayirli’nin birçok soykırım fiiliyle yok edilmesiyle sonuçlanan olaylar sırasında böyle bir itirafta bulunmak imkânsızdı.
Ama Mitterand ’Savaşlarda böyle şeyler olabileceğini’ söylemiş miydi ? Maurice Papon, ancak 1997’de, o da soykırımdan değil de, insanlığa karşı suçtan 86 yaşında mahkûm edildi. Kendisi Vichy döneminde kaymakamvekiliyken 1600 civarında Yahudi’yi Almanlara teslim etmişti. Daha sonra De Gaulle döneminde Paris Emniyet Müdürü’yken gösteri yapan 200 Cezayirli gencin Seine Nehri’ne atılıp boğulmasından sorumluydu. Giscard D’Estaing Papon’u bütçe bakanı yapmıştı. Kaldı ki soykırıma iştirakten asıl sorumlu (Mitterand’ın dostu) Rene Bousquet yargılanmadan önce intihar etti (ya da öldürüldü).
Nazilere yardımcı olan Fransız kilisesi, Paul Touvier adlı katili 1989’a kadar bir manastırda sakladı. Ancak Papa’nın baskısıyla 1997’de bir pişmanlık bildirisi yayımladı.
İşte Max Gallo gibiler böyle bir zorlama yas haftası geçirdikten hemen sonra Türkiye’nin üyeliğini tartıştılar. Türklerin de aynı günahı Ermeni soykırımıyla işlediğini, ama itiraf etmediğini söyleyerek, uygarlık açısından üstün olduklarını ima ettiler. Ama farklı din ve kültürden olan Türkiye’yi AB’den dışlarken de eski günahlarının altındaki aynı mekanizmayı tekrarladıklarını fark edemediler.
Fazla lafa gerek yok. Fransa ’Soykırım Sözleşmesi’ 9. maddeye göre Ermeni soykırımı iddiasını Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na götürebilir.
Yoksa biz mi Fransa’yı götürsek ?